Bir sorunun illa tek bir çözümü olmadığı gibi değişimin ve kilo vermenin de tek bir çözümü yok. Bu sizin kendinizle olan iletişiminize bağlı. Kişisel gelişim yolcusu kendini dinlemek yerine zihni ve alışkanlıkları ile hareket ederse, hayat boyu diyet yapan ve yapmaktan sıkılmış birinin duygularını yaşar. Hayat yeterince güzel, mutlu ve keyifli değildir. Çünkü bunları bulmak için bir reçeteye göre hareket eder. Reçeteler çoğu zaman doğrudur ama kişiye özel değildir. Hayat o anda başka bir şey öğretmeye çalışırken kendini dinlemeyen kişisel gelişim yolcusu kendisine başka bir şey öğretmeye çalışır. İşte bu noktada kaos ve kargaşa başlar. Tıpkı o an canı hiçbir şey çekmeyen birinin zorunluluktan yemek yemesi gibi. İstemez ama yapar. Toktur ama yer. Sonuç; tatmin sıfır, değişim sıfır, kendinden uzaklaşmak vardır. Bu yüzden değişimi bütün olarak düşündüğünüzde yeme sorununu hallettiğinizde sadece yeme sorununu halletmiş olmazsınız. Aynı zamanda birçok şeyi de halletmiş olursunuz. Bu kendinizle iletişim kurmanın belki de en eğlenceli ve en lezzetli yoludur. Hem yaşamı hisseder lezzet alırsınız, hem de yolculuğunuz devam eder. Zihniyle düşünen bir kişisel gelişim yolcusu değişimi illa meditasyonda, yogada, terapilerde arayabilir. Yöntem önemli değil. Belki de evren, yemekler ve kilo sorununuzla sizinle iletişime geçmeye çalışıyor. Bunu bir sorun olarak değil size uzatılmış bir ip olarak düşünün. Değişin ve bu değişim öyle derinden olsun ki sadece bedeninizi değil aynı zamanda zihninizi de değiştirsin.
Yaratıcı Tanrıça ve kilo alma
Kadın ve yaratıcılık çok önemli. Konu hep aynı yere geliyor. Kişisel gelişim, kuantum, istekler, istediğini gerçekleştirme, yüksek bilinçle iletişimde olma, dua ve ibadet halini tüm yaşamında deneyimleme… Sonra dönüp dolaşıp kilonun yarattığı sorunlara geri dönme. Gözden kaçırılan çok ama çok önemli bir nokta var. Belki de en önemli konulardan bir tanesi. Kadının yaratıcı enerjisi, dişil enerjisi! Yok, saydığımız kadınlığımızın içerisinde gizli olan yaratma aşaması. Peki, yaratma aşamasını kaybeden kadın nelerini kaybeder? Çok şeyini. Sadece kadın değil aynı zamanda erkek de. Evet, erkek de eğer içerisindeki dişiyi kaybederse, yaratma enerjisini kaybeder. Erkek olmak üzerine derin uğraş verirler ama en önemli şeyi göz ardı ederler, o da dişil enerjileridir. Bu çağ dişil çağıdır ve yaratım çok daha hızlı ilerlerken saf erkek enerjisinde olmak birçok şeyi göz ardı etmeye sebep olur. Yaşadığımız çağ dişil enerjiyi sadece metroseksüellik olarak gösteriyor. Ya da cinsel tercihleri farklı gösteriyor. Doğal olarak erkeklik saf erkek enerjisine yöneliyor. Halbuki kaçtıkları şey zaten içlerinde olan saf dişil enerji. Bunu atamazlar. Ying yang gibi. Hayat bir denge ve o orada. Yok sayılan her dişil enerji bir erkeği de bir kadını da kendisinden uzaklaştırır. Yaratma enerjisini elinden alır. İşte bu noktada bir erkek daha erkek olduğunda hayatının o naif ve yaratım halini kaybeder. Bir kadın dişiliğini yok saydığında daha fazla erkek enerjisiyle dolar. İşte bu bir sürü sorunu da beraberinde getirir. Bir kadının dişil enerjisini yok sayması, çocukluktan ailenin yetiştirme tarzından kaynaklanabildiği gibi daha sonradan da oluşabilecek bir olgu. İşte bu noktada bazen korunmak, bazen daha güçlü olduğunu ispatlamak bazen de ‘benim erkeklerden ne farkım var!’ deyip dişil enerjisini ezdirmemek için eril enerjiye geçerler. İşte bu noktada yok sayılan dişil enerji bazı hastalıkların da beraberinde gelmesine sebep olur. Bunlar genelde rahim, yumurtalık, cinsel hastalık gibi sorunlar olabilir. Ya da meme hastalıkları baş gösterebilir. Erkek enerjisinin yoğun olması bir kadını daha güçlü bir hale getirir. Hayata karşı daha fazla meydan okur ama güç gerçek güç değildir. Bu güç dışarıya gösterdiği bir savaştır. İçerisindeki esas gücü kullanmamaktan kaynaklanan bir yorgunluk baş gösterir. İçerisindeki yaratıcı kısımla işleri çok daha çabuk halledebilecekken güçlü olma kaygısı yaşam enerjisinin dengesini bozar. Dişil enerjideki dengesizlikler bazen geç gelen çocuklara da sebep olur. Tıbbi olarak hiçbir sorun olmadığı halde çocuk sahibi olmakta zorlanan çiftler vardır. Rahim eğer dişil enerjinin gücüyle dolmazsa yaradılış nasıl gerçekleşecek? Cinsel isteksizlikler baş belirtilerdir. Zaten içinizde öldürdüğünüz dişil enerji, cinsel isteğinizin de azalmasına sebep olur. Bu bir dengedir ve tüm bu durum erkekler için de geçerlidir. Dişil enerjiden uzak bir erkek cinselliği öfkenin bir dışa vurumu olarak yaşar. Her şey birbirine bağlıyken kilo sorununu başka kategoriye koymak doğru olmaz. Bir düşünün doğum yapmış insanlar, emzirme döneminde daha çok yemek yeme ihtiyacı duyar. Hatta çoğu zaman her şeyi yemenin sütü artırmayacağı, dengeli beslenmenin daha önemli olduğu vurgulansa bile annelik içgüdüsü ve etrafın yönlendirmesi ile doğum sonrasında kadınlar çok daha fazla yemeğe odaklanır. Hatta doğum sonrası kiloların bir kısmı da tam da bu noktada gelir. Sütünün daha çok gelmesi o anda kilolarından çok daha önemlidir. Çünkü annelik duygusu hepsinin önüne çıkar. Peki, bir kadın neden daha çok yeme isteği duyar? Evet, önemli bir sorudur, bir kadın kilo alacağını da bilse neden daha fazla yeme ihtiyacı duyar? Çünkü koşulsuzca dünyaya getirdiği çocuğunun hayatta kalmasını sağlamaya çalışır. Yarattığı şeyin devamını getirmek ister. Alt benlikte yaratıcı tanrıçayı besler. Artık o bir tanrıçadır, yaratıcının kendisidir. Artık yoktan bir şey var etmiştir ve hayata tutundurması onun elindedir. İşte bu noktada ne kilo, ne başka bir şeyin önemi yoktur. Ya da var olan değerlerin önemi de azalır. Kadın ilk yaratıcı enerjisini en üst düzeyde kullanmıştır ve o noktada daha çok yemek yemesi doğurduğu çocuğu daha çok besleyecektir. Bu yaratıcı enerjinin kaybolmasını istemez. İşte gelelim doğum yapmamış ya da doğumdan sonraki aşamalara. Bir kadın yaşı kaç olursa olsun dişil enerjisini yok saydığında yaratıcı enerjisini de yok sayar. Yok saymasa bile, kullanmakta zorlanır. Kolay ve akışta yaratımı yönlendirmesi gerekirken daha zor ve problemli olur. Ve bir kadın ve erkek için yaratım enerjisi çok önemlidir. Tanrının bir parçasıyız ve yaratım bizim içimizde var. İşte beslenmeyen dişil enerji, yemeklerle beslenir. Bir kadın dişil enerjisini yok saymaya başlayıp erkek enerjisi içinde kaybolduğunda, yaratıcılığını bir türlü tatmin edemediğinde, yemeklerle bu kısmını dengelemeye çalışır. Daha çok yemek daha çok doğurganlıktır. Düşünce gücü ile zayıflama esasında zihinsel olarak yapabileceklerimizin potansiyelini gösterir. İçimizde var olan değiştirme gücünü, zihnimizi kullanarak nasıl yapabileceğimizi anlatır. Bu yeni bir yöntem değil, bu dünyaya geliş gayemizle birlikte doğduğumuzdan beri her gün yaptığımız bir sistem. Yani motive olmak için bazen annenizin bir sözü yeterken bazen de bir kitap okumanız faydalı olur. Bu noktada hayatımızın her aşamasında zihnimizi kullanarak birçok şeyi başarmış oluruz. Hatta ve hatta zihnimizi kullanmadan geçirdiğimiz tek bir gün, tek bir işlem yapmıyoruz. İster buna duygusal zihin isterse mantıksal zihin deyin fark etmez.
Zihin kilo vermede neden geri kalsın ki?
Hayatımızın her alanına dahil ettiğimiz zihni nedense zayıflama ve kilo verme konusunda biraz geri planda bırakıyoruz. Hatta neredeyse kilo vermek ve almanın ana konusu olan zihni, sanki işin ayrıntısı gibi düşünüyoruz. Dünyada birçok insan hiçbir destek almadığı halde kendi ideal kilosundadır. Bunu bedenleri ile kurdukları başarılı iletişime borçlular. Şu an yeni dünya düzeninde bedenimizin ne istediğini başkasına sormakla meşgulüz ki bu da bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Kendimizden her uzaklaştığımızda daha çok kilo alıyor ve daha çok depresyona giriyoruz. Bu noktada birçok diyetisyenden ‘bu iş beslenme işidir’ gibi bir açıklama duyuyoruz. Sorarım size, eğer zihin izin vermezse beslenebilir misiniz? Ne zamandır beynin işlevi boğazımızın önüne geçti, ne zaman bedenle olan iletişimimiz midemizden daha önemli? İşte bu yüzden, ilk önce zihinsel ve bedensel bütünlüğünüz zayıflamanızı gerçek anlamda desteklemeli ve yaşama, yeme düzeninize olan bakış açınızı değiştirmeli. Peki nereden nasıl başlamalıyız?
Zihninizle mi yiyorsunuz yoksa bedeninizle mi?
Gerçekten acıktığınız için mi yemek yiyorsunuz yoksa rahatlamak, duygularınızı bastırmak, zihninizdeki ‘ye ve kurtul’ diyen sesten kurtulmak için mi? İşte bunu ayırt etmeniz için size bazı tüyolar vereceğim. Bu bedeninizle iletişim kurmanız için gerekli en önemli yollardan biri.
Zihinsel açlıkla yemek yeme
Bir konuşma şeklinde gerçekleşir. Sanki içeride kavga eden birileri varmış gibi hissedebilirsiniz. Bazen fazladan sesler duyarsınız. Biri ‘şunu yap’ der, zihnindeki diğer ses başka bir şey yap der. Zihinsel istekler ve bedensel istekler eğer birse içeride bir çatışma olmaz. Eğer zihninin içerisinde biri ‘ye’ diyor ve diğer ses yeme diyorsa, bu seslerden biri size ait olmayabilir. Daha çok öğrenilmiş anne, baba, arkadaş, eş sesleri ile dolu olabilirsiniz. Zihinsel bir istekle yemek yiyorsanız doyum yaşamazsınız. Zihinsel bir istekle yemek yiyorsanız, ilk ısırıkta büyük bir rahatlama hisseder, sonra çok hızlı bir şekilde tüketmeye çalışırsınız. Zihinsel istekle yenen yemekler farkındalıktan uzaktır ve tatmin sağlamaz. ‘Keşke yine olsa yine yesem’ gibi bir düşüncenin esiri olunur. Ya da bazen keşke kussam ve tekrar yesem gibi bir düşünce zihinden geçer. Kilo verme ve zayıflama ya da yemek yeme süreci hep zorunluluklar üzerinedir. Daha çok ‘-malıyım’, ‘-meliyim’ kelimeleri kullanılır; ‘yapmalıyım, yememeliyim, zayıflamam gerekiyor, kilo vermek zorundayım.’ Bir akış yoktur, daha çok bir zorunluluk vardır. İçeriden gelen bir istek gibi değil sanki dışarıdan gelen bir istek gibi. Yani yapar aşamada olmak yerine, yapmalıyım aşamasında kalınır. Spor yapmaya gitmek yerine, ‘spor yapmalıyım, hadi spor yapayım, spor yapmazsam zayıflayamam, spor yapmazsam kilo alırım’ gibi zihinsel konuşmalar vardır. Zihinsel kilo verme keyiften uzaktır, genellikle işkence gibi gelir. Sürekliliği yoktur. Bir an önce bitse de bu durumdan kurtulsam gibi düşünülür. ‘Bir kilo versem ve bu süreç bitse artık’ algısı vardır. Birey sürekli kontrol altında olma isteği duyar. Birilerinin onu takip etmesini, dinlemesini, listeler vermesini ister. Bir nevi okul yıllarındaki gibi, tek başına kaldıklarında panikler. Bedenden ve kendinden uzak kilo verme süreci, sevdiklerinden uzak başka bir ülkede çalışmaya benzer. Para kazanırsın ama ‘yeter bitsin bu süreç artık ve geri döneyim’ isteği oluşur. Tüm bunlar tıpkı kişisel gelişim sürecinde olan bir insanın aşamalarına benzer. Orada zorunluluklar varsa bedensel hislerden ve algılardan uzak kalınır. Ve hep bir öğretmene ihtiyaç duyulur. Hep bir yol gösterici olmak zorundadır. Gelebilecek ilahi hislere kapalı olunur. Kurallar vardır, egodan kurtulma vardır, sürekli mutlu olma isteği gibi yanlış düşünceler vardır. Anlık değişim yerine kitap bilgisi kuralları ile hareket edilir. Fakat değişim, kişisel gelişim, ilahi hisler ve sezgiler anlık, bedensel ve zihinsel algıyla bir bütündür. Orada zorunluluk yoktur. Kişiye ve duruma göre değişim gösterir. Yani tüm bunlar da sözde kişisel gelişimci olan, ama gelişimi kendinde değil başkalarında arayan birbirine benzer insanları doğurur.
Bedensel istekle yemek
Bedensel istekle yemek yemek tıpkı Taş Devri döneminde yaşamak gibidir. Her şey ilk haliyle saf ve temizdir. Hisler ve duygular bedenle iletişim halindedir. Kilo vermek bir amaç değil, bedenin otomatikman dönmesi gereken kendi dengesi haline gelir. Zaten beden kendi dengesini bilir ve o dengeye geri dönmek için hızlı bir çaba gösterir. İşte bu da, Taş Devri dönemi gibi düşünmek, yemek, hissetmek anlamına gelir. Arada aracı yoktur. Sadece siz, bedeniniz ve duygularınız vardır. Gerisi ise sizi besleyen yegane bilgiler ve yardımcılardır. Bedenle yemek yemek doyum ve haz yaratır. Doyduğunuzu hissedersiniz. Yemeden önce koklama ihtiyacı duyarsınız. Koklamak bazen erken doyuma ve doygunluğa sebep olurken bazen bedenin gerçekten istemediğini anlamasına sebep olur. Güzel kokan yiyecekler daha yemeden sakinleştirir ve bir seremoni gibi beklemeye ve koklama aşamasını uzatmaya çalışırsınız. Çünkü bu sizin için bir işkence değil bir tören halini alır. Bedenle yemek yediğiniz zaman, yani bedeniniz ihtiyaçlarına göre yemek yediği zaman tabaklarca yemek tüketmenize gerek kalmaz. Beden doyduğu noktada size sinyali gönderir. Bedenin isteklerine göre yemek yediğiniz zaman bazen çok azıyla bile doyar ve açlık hissetmezsiniz. Gözünüz arkada kalmaz. Doygunluk sadece bedensel değil aynı zamanda hazsaldır da. ‘Ay yine olsa yine yesem’ gibi bir algı doğmaz. Bedensel isteklerde sınır ve kısıtlılık yoktur. İlla yenmesi gereken saatler ve günler yoktur. Duruma ve ana göre değişim gösterir. Kahvaltıda taze fasulye bile isteyebilirsiniz. Bedensel isteklere göre yemek yemek bazen bazı öğünleri atlamak demektir. Beden acıkmadığında illa yemek yemesi için zorlama yapmaya gerek yoktur. Daha fazla akış ve ilerleyiş vardır. İlla hep sağlıklı gıdalar yemek istemeyebilirsiniz. Bazen sadece meyvelerle bir öğünü geçirirken bazen sadece bir avuç kuru üzümle doyabilirsiniz. Ama bazen çikolata, hamburger de yiyebilirsiniz. Kurallar yoktur ama ana kuralları vardır. Bedeni kahve içmekten nefret eden biri kahve içmez. Ama bu bir daha hiç içmeyeceği anlamına gelmez. Beden duyduğu kahve kokusu karşısında bir gün ansızın içme isteği duyabilir. O an bedenin içerisinde ne olup bittiğini bilmeyiz ama sinyaller bizi doğru yönlendirir. Bu tıpkı kan şekerimiz düştüğünde yoğun bir şeker tüketme ihtiyacı duymamız gibi. Bundan dolayı ‘ben hayatta bunu yemem, bunu hiç sevmem, ölsem ağzıma sürmem’ gibi düşünceler çocukluktan gelir ve bu ana ait değildir. Ancak ‘şu an bedenim bunu istemiyor’ demek çok daha doğru bir yönlendirme olur. Bedensel ihtiyaca göre yemek yendiğinde, normal yemek yemeye göre hissedilen haz çok daha yüksektir. Mesela normal zamanda tükettiğiniz makarna 10 üzerinden yedilik haz yaratıyorsa ya da tok karnına yediğinizde 10 üzerinden yedilik bir haz yaratıyorsa, bedensel ihtiyaçlar için tükettiğinizde hissedeceğiniz haz 10 üzerinden 10 olabilir. Bunun ne yediğinizle ilgisi yok. Çok aç birine kuru ekmek verdiğinizde ekmekten aldığı haz 10 üzerinden 10’dur ve bunun ekmeğin lezzetli olması ile ilgisi yoktur. Bu, bedenin onu tüketmesi gerektiği için yarattığı sezgisel hazdır. İnsanlar doğada bir süre aç kaldıktan sonra normal hayatta yemeyecekleri gıdaları çok yüksek hazlarda tüketebilir. Bu yüzden yemek aşığı olan birinin yüksek hazları deneyimlemek ve yemeğin bedende yaratacağı etkiye ulaşmak istemesi gerek. Bu da ancak bedenin acıkmasını beklemekle mümkün. Midenin tok olması ile bedenin tok olması aynı şeyler değil. Mide aç ve boş olabilir. Fakat bedensel ihtiyaçlar eğer tamsa size yine de yeme sinyali göndermez. Bedeninizde ağırlık hissedersiniz. Karnınız guruldar ama bu bedeninizin yemek istediği anlamına gelmez. Bedensel istekleri beklemek demek, bazen o geçirilen açlıklardan zevk almak demektir. Beden ve zihin vücuttaki eksik gıdayı tespit ettikten sonra o gıdanın hangi besinlerde olduğunu bilir ve o besinlere karşı çok daha yoğun bir istek ve koku başlatır. Alışkanlıklar da belirli besinlere karşı yoğun istek yaratır. Bedeniniz istediği için mi o besini deli gibi arzuluyorsunuz yoksa alışkanlıktan ya da zihinsel gürültüden dolayı mı? Bunu ayırt etmenin yolu; birinde doyum çok geç olur, diğerinde çok az bir miktarı ile doyuma ulaşırsınız. Bir başka ayırt etme yöntemi ise; birinde illa o gıdayı tüketmek istersiniz mesela illa soslu bir makarna, illa en sevdiğiniz malzemelerin olduğu bir pizza, illa belli bir markanın belli bir çikolatası… Ama bedensel istekte illa o olmak zorunda değil. Markalar, malzemeler hatta yiyeceğiniz yemeğin cinsi bile değişebilir. Makarna yerine ekmek, ekmek yerine bulgur gibi. Çünkü ortak özellikleri aynıdır. Karbonhidrat açlığı varsa bunu başka bir gıda ile de karşılayabilirsiniz ve beden yine çok yüksek haz ve doyum yaşar. Fakat alışkanlıklardan dolayı yemek yemede durum öyle olmaz. Düşünün, en sevdiğiniz markanın pastasını değil de başka bir markanın pastasını bile tükettiğinizde hazda ve doyumda düşme olabiliyor. Orada aradığınız, alışkanlıklarınız. İşte buradan anlayabilirsiniz ki, siz bedeniniz için değil, alışkanlıklarınız, zihniniz için yemek yiyorsunuz. Bedensel ihtiyaçlarda sabah erken saatlerde balık bile tüketebilirsiniz. Tabii bunu bedeniniz istiyorsa… Zihinsel alışkanlıklarda bu söz konusu değil. Kurallarınızın dışına pek çıkmazsınız. Kahvaltıda hep aynı şeyleri tüketmek size zevk verir. Bu bedensel ihtiyacınızı değil, zihinsel ihtiyacınızı doyurur. Peki, bunun bir zararı var mı? Hayır, kısa vadede zararı yok ama sizin kendinizle olabilecek iletişiminize engel olur. Bedeni dinlemek yerine kurallarınızı dinlersiniz. Ne kadar büyük benzerlik var. Sezgileri de dinlemek tam olarak böyle. Kişisel gelişim yolculuğuna çok benzer. Sezgileri ve ilahi bilgide de kurallar, tabular, zorunluluklar yok. Daha çok akış ve hisler var. Dinlemek var. Kendini ve bedeni dinlemek… Yüzeysel yapılan uygulamalar bir türlü doyum sağlamaz ama derin ve gerçek değişimler doyum yaratır. Hayata karşı haz duygunuzu artırır.