Gaps diyeti

Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

Adı diyet diye sonunda kilo vereceğinizi düşünmeyin. Bu seferki pek bildiklerinize benzemiyor. Gaps diyetinde amaç; bağırsak florasını koruyarak, sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlamak. Elbette bunu yaparken sağlıklı beslenip kilo kontrolü ya da kaybı da mümkün. Ancak Gaps diyetiyle kazanacağınız en büyük ödül, sağlıklı bir bağırsak ve ruhsal açıdan huzurlu bir yaşamın kapılarını açacak anahtar… Konuyu uzmanından, Memorial Wellness PNI (Psikonöroimmünoloji) Terapisti, Gaps Practitioner, Diyetisyen Yeşim Temel Özcan’dan dinleyelim.

Gaps diyeti nedir?
Bu diyetle, bağırsak florasını koruyarak, sindirim sisteminin sağlıklı çalışması amaçlanıyor. Bağırsak sağlığı için ilk ve en temel nokta, bağırsak florasının bakteri dengesini sağlamak. Sağlıklı bir bağırsakta probiyotik adı verilen faydalı bakterilerin oranının yüksek, hastalık yapıcı patojen bakterilerin ve mantarların oranının düşük olması gerekiyor. Gaps hastalarında ise patojenik flora oranı yüksekken, bağırsak flora anormalliği bulunuyor. Bağırsağın hasarlı olma durumunu ifade eden bu tablo nedeniyle Gaps beslenmesinde probiyotik sağlayan fermente gıdalar ile hazır probiyotikler büyük önem taşıyor. Bu diyet de söz konusu gıdaların tüketimini yaymaya çalışan bir çeşit beslenme protokolü olarak öne çıkıyor.

Bu rahatsızlığın temelinde ne var?
Ana sorun, “leaky gut syndrome” yani sızıntılı bağırsak sendromu olarak geçiyor. Bu, ince bağırsak duvarındaki hasar ve geçirgenlik anlamına geliyor. Toksinler, sindirilmeyen besinler, ağır metaller, böcek ilacı gibi kimyasallar bağırsak çeperinden kana geçiyor. Bunu engellemek üzere yapılan beslenme programına da Gaps tedavisi deniliyor. Aksi halde bu toksinler ve kimyasallar bağırsak duvarını aşıp kan dolaşımına geçerek vücuda saldırıyor.

Gaps diyeti kimler için gerekli? Bunu uygularken kimden yardım almak gerekiyor?
Söz konusu rahatsızlıklar, beyin toksinlenmesine bağlı olarak ortaya çıkan belirtilerle kendini gösteriyor. Bir başka deyişle otoimmün hastalıklara yol açıyor. Zaten Gaps kelimesinin açılımı da bu: Bağırsak-beyin ilişkisi, bağırsak-beyin hastalıkları ve bağırsak fizyolojik hastalıklar yani “psychology and physiology”. P harf ikisini de ifade ediyor. İngilizce karşılığı “gut and psychology syndrome”, “gut and physiology syndrome’’ şeklinde. Anksiyete, otizm, şizofreni, epilepsi, depresyon, bipolar ve obsesif-kompulsif bozukluk, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) gibi rahatsızlıkların varlığında Gaps tedavisine başvuruluyor. Ayrıca fizyolojik ve otoimmün hastalıklar arasında yer alan akne, alerji, anemi, demir eksikliği, bellek problemleri, çölyak, glüten intoleransına bağlı bozukluklar, diyabet, egzama, eklem ağrıları, MS, migren, Parkinson, romatoid artrit, sedef, sistitte de bu beslenme protokolü sayesinde semptomlar en aza indiriliyor hatta ilaca bağımlılık dahi ortadan kalkabiliyor.

Bağırsak için “vücudun ikinci beyni” tabiri kullanılıyor. Nedir bu organı böylesine önemli kılan?
İnsan vücudu, çok fazla sayıda çeşitli mikro yaratığın yaşadığı bir gezegen gibi. Her birimiz hayatın çeşitliliği ve dünya üzerindeki yaşam kadar şaşırtıcı bir zenginliğe ve koloniye sahibiz. Dolayısıyla sindirim sistemi, cilt, gözler, solunum ve boşaltım organları trilyonlarca görünmez misafiri barındırıyor. Bağırsaklarımızda yaklaşık 1,5-2 kg bakteri yaşıyor. Tümü uyum içinde yaşayan bu mikro ve makro maddeler bir ekosistem oluşturuyor. Bu simbiyotik bir ilişki; hiçbiri diğeri olmadan var olamadığı için, birbirine muhtaç ve biz insanlar vücudumuzla birlikte her yere götürdüğümüz bu küçük mikroorganizmalar olmadan yaşayamıyoruz. Bu mikrop kolonisinin büyük çoğunluğu sindirim sisteminde yaşıyor. Vücuda dost bakterilerin yüzde 10’u kadarının da patojen bakteriden oluşması gerekiyor. Çünkü fizyolojik nesil oluşturmak için bağışıklık sisteminin onun çoğalmasını engellemek üzere çalışması önem taşıyor. Böyle bir denge içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Bu nedenle de bağırsaklarda faydalı ve fırsatçı olmak üzere iki tür flora bulunuyor. Floradaki dengenin bozulmaması gerekiyor. Aksi halde hastalıklar karşımıza çıkıyor.

Peki nedir bağırsak florasına zarar verenler? Örneğin sıklıkla antibiyotiklerin zararından söz ediliyor…
Evet çünkü Türkiye antibiyotik kullanımı konusunda sicili kabarık bir ülke. Antibiyotikler, bağırsak florasını doğrudan sıfırlıyor. Çünkü adı üstünde “anti” biyotik yani hiçbir biyotiğe izin vermiyor. Fırsatçı flora denilen zararlı florayı da faydalı olanı da öldürüyor. Bir bahçeyi lav silahıyla taradığınızı düşünün. Belki zararlı böcekler ortadan kalkıyor ama sağlıklı bitkileri, ekolojik dengeyi de bozuyorsunuz. Dolayısıyla antibiyotikler kişiyi iyileştirecek probiyotik öğeleri ortadan kaldırdığından kısa süre içerisinde tekrar hastalığa yakalanılıyor. İkinci sırayı ilaçlar alıyor. Yıllardır ağrı kesici, steroid, doğum kontrol hapları, uyku ilaçları, antidepresan ve antiasit içeren birçok gereksiz ilaç kullanımı bağırsak florasını olumsuz etkiliyor. Bir başka neden de kötü beslenme. Hipokrat, M.Ö. 450 yılında “Besinler şifanız olsun, ne yiyorsanız osunuz” demiş. Ancak bugünkü sistem halkı işlenmiş, şekerli karbonhidrat tüketimine zorluyor. Son olarak da viral ve bakteriyel enfeksiyonlar ile kişinin yönetemediği fiziksel veya psikolojik baskılar bağırsak florasına çok ciddi zarar veriyor.

Diyet denilince akla hep kilo vermek, zayıflamak geliyor. Ama Gaps diyetinde amaç şifa bulmak değil mi?
Elbette, zaten şişmanlık diye bir hastalık yok. Şişmanlık, hastalıkların yan etkisi olarak alınan kilo nedeniyle ortaya çıkıyor. Unutulmaması gereken, bunun bir akım değil, tedavi yöntemi olduğu. Gaps diyeti, hasta insanlara şifa olmak amacıyla yapılıyor.

Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kişiye sadece semptoma yönelik tedavi uygulanıyor. Peki bu hastaların Gaps diyeti uygulaması onları bedenen ve ruhen iyileştirebilir mi?
“Her şeyi doğru beslenmeyle çözeriz” demek yanlış. Bu, bilime karşı çıkmak olur. Ancak bunun da ihmal edilmemesi gerekiyor. Çünkü mutluluk hormonu serotoninin yüzde 95’i bağırsak florasında sentezleniyor. Probiyotiklerin en önemli görevi de nörotransmitlerin yani serotonin, dopamin, adrenalin, nöroadrenalin gibi duygudurumumuzu belirleyen bu hormonların bağırsakta sentezlenmesini sağlamak. Bu konu göz ardı ediliyor. Sağlıksız bir bağırsak florası, bu görevini yerine getiremiyor. Ayrıca probiyotik sayısının azlığı da sorun yaratıyor. Bir diğer konu ise B grubu vitaminler… Bağırsak, B grubu vitaminleri sentezlemediğinde kişinin sağlıklı bir sinir sistemine sahip olması mümkün değil. Aynı şekilde D vitamini eksikliği de kişide şiddetli bir tükenmişlik sendromuna yol açıyor. B12, folik asit, D vitamini, magnezyum yokluğu enerji problemlerine yol açıyor. Bırakın kişinin evden dışarı çıkmasını, kolunu dahi kaldıramaz hale geliyor. Geçmişte bu belirtilerle doğrudan depresyon tanısı konuluyordu. Tedavide de antidepresan kullanılıyordu ama artık bu anlayış terk ediliyor. Hekimler öncelikle vitamin, mineral değerlerine bakarak gerekli önlemleri alma yoluna gidiyor. Bu noktada beslenme şeklinde düzenlemeye, eğer sağlıksız bir bağırsak florasının varlığı saptanırsa bu kez de uygun bir diyetle bu sorunun ortadan kaldırılmasına çalışılıyor.

Doğru beslenerek mutlu ve huzurlu bir hayat mümkün mü?
Evet, mümkün! Yaşamak için beslenmemiz gerekiyor. Madem bu şartı yerine getireceğiz, neden doğru besinlerle yapmayalım? Bu beslenme modelinin tatsız, tuzsuz olduğunu düşünüyor çoğu kişi, oysa değil. Herkes kendisine vitamin, mineral katkısı sağlayacak fonksiyonel besinlerle doğru beslenerek hem bağırsak aktivitesini artırabilir hem de vücudundaki toksinleri uzaklaştıracak bir model oluşturabilir. Bu nedenle hasta olmasa da sağlıklı ve uzun bir yaşam için herkese Gaps diyetini öneriyorum.

NE YEMELİ?
Sağlıklı bir bağırsağa sahip olmak için mutfağımıza soktuğumuz besinlere özen göstermemiz gerekiyor. Dyt. Yeşim Temel Özcan, bağırsak florasını onaran besinlerin ilk sırasında kemik suyu geldiğini belirterek, “Geçirgen bağırsak sendromunda organın astarındaki yırtık söz konusu. Bu bölgeden bakteri, mantar, virüs, ağır metal, toksin gibi birçok zararlı madde geçiyor. Dolayısıyla o hattın güçlenmesi gerekiyor. Kemik suyu da içerdiği sağlıklı aminoasitler, doğal yağlar, vitamin ve minerallerle o bölgeyi onarıyor. İkinci olarak ev yapımı yoğurda geri dönmek gerekiyor. Çünkü fermente ürünlerin beslenme düzeninde eskisinden daha az yer alması probiyotik sayısının da azalmasına neden oluyor. Birkaç nesil önce yani anneannelerimizin, babaannelerimizin kullandığı probiyotiği biliyor muyuz? Bugün herkesin kullandığı bir probiyotik var. Doğal ya da ilaç formunda… Oysa geçmişte yoğurt da turşu da evde yapılıyordu. Ev yapımı yoğurt hem probiyotik öğelerin yaşamasını sağlıyor hem de prebiyotik özellik taşıdığı için önem taşıyor” diyor.

PREBİYOTİK DE ÖNEMLİ
Bu noktada dikkat çekilmesi gereken nokta, yalnız probiyotik değil, prebiyotik tüketiminin de önemli olduğu! Toplumda probiyotik tüketme konusunda yoğun bir çaba varken, aynı durum prebiyotikler için geçerli değil. Oysa prebiyotik olmadan probiyotiğin varlığını sürdüremeyeceğinin unutulmaması gerekiyor. Dyt. Özcan, bağırsak florasını güçlendiren besinler arasında ev yapımı turşunun da yer aldığını belirterek, şu bilgileri veriyor: “Ancak bugün evinde turşu yapanlar fermantasyon için sirke kullanıyor. Oysa sirke de fermente bir gıda. Bırakın turşunuz kendi kendine fermente olsun. Böylece probiyotik içeriği de çok yükselir. Hindistan cevizi yağı da bağırsak florasını onaran besinlerden biri. Hem orta zincirli yağ asidi içeriği nedeniyle bağırsak hastalıklarına iyi geliyor hem de kaprik asit denilen antibakteriyel, antiviral ve antifungal yani mantar kovucu özelliğe sahip. Bir besinde bu üç özelliği aynı anda bulmak çok zor. Ayrıca avokado, tatlı patates, balkabağı, kırmızı pancar ve yer elmasına da beslenmede yer vermek büyük önem taşıyor.”

* Pozitif dergisinden alınmıştır.

:
Bağırsak dostu tarifler TIKLAYIN

Başa dön tuşu