Yazı: Nilgün Yıldız Konakcı
Bugüne kadar diyabet hakkında çok şey okumuş, çok şey dinlemiş olsanız da bir türlü kilo ile olan ilişkisine anlam veremiyorsanız, bu hastalık hakkında tam bilgi sahibi değilsiniz demektir. Bu hastalığın tam tanımı şöyle yapılabilir; insan vücuduna gıdalarla alınarak giren şeker, hücrelere girebilmek için insülin hormonuna ihtiyaç duyuyor. Şeker, insülin sayesinde hücrelere giriyor. Pankreastan hiç insülin salgılanmaması veya salgılanan insülinin doğru bir şekilde kullanılamaması durumunda oluşan hastalığa ise diyabet yani şeker hastalığı deniliyor. Kilo ve diyabet ilişkisi ile ilgili merak ettiklerimizi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Alper Çelik’e sorduk.
Tip 1 ve tip 2 diyabet nedir?
Diyabetli hastalarda şeker vücutta serbest halde dolaşıyor. Bir süre sonra dolaşım sistemi yoluyla tüm organlara zarar vermeye başlıyor. Pankreası hiç insülin salgılamayan bireylere Tip 1, pankreastan insülin salgılayan ama salgıladığı insülini yetersiz olan ya da bu insülini doğru kullanamayan hastalara Tip 2 diyabet teşhisi konuluyor. Diyabetin beraberinde getirdiği hipertansiyon, kolesterol ve trigliserid yüksekliği, görme problemleri, iç organ hasarı gibi durumların oluşturduğu genel tabloya ise “metabolik sendrom” deniliyor.
Hangi tür diyabetin kilo ile ilişkisi vardır? Tip 1 mi, tip 2 mi?
Vücudumuzda şekeri kullanamadığımız zaman beyin bir yanılgıya düşebiliyor. Şeker molekülleri hücrelere giremediği için ne kadar besin tüketirseniz tüketin tokluk hissetmeniz zorlaşıyor. Dolayısıyla sürekli beslenme ihtiyacı hissediyorsunuz. Bu da zaman içerisinde ciddi kilo alımını tetikliyor. İnsülin direnci dediğimiz şey işte böyle başlıyor. Hastalar kilo aldıkça yağ hücresi kaynaklı insülin direnci yükseliyor. Yani kilo aldıkça şekerin hücrelerin içine girmesi daha da zorlaşıyor ve hastalar bir kısır döngü içine giriyor. Tip 2 diyabet işte böyle başlıyor. Dolayısıyla Tip 2 diyabetin kiloyla yakından ilişkisi bulunuyor. Buna rağmen zayıf ya da normal kiloya sahip Tip 2 diyabetli hastalarla da karşılaşabiliyoruz. Hastaların genel öyküleri aynı olsa da diyabetin gelişimi hastadan hastaya farklılıklar gösterebiliyor.
Diyabet hangi organlarda hasara neden olabiliyor?
Diyabete ülkemizde “şeker hastalığı” deniliyor. Bu isim diyabete bakışımızı biraz bulandıran bir isim. Diyabet aslında bir damar hastalığı. Şeker, kan damarlarının içinde ilerliyor ve yüksek seyreden kan şekeri zamanla damarların kendisine ve bu damarların gittiği her yere zarar vermeye başlıyor. Hatta hastalara tanı konduğu anda şeker hastalığı damarlardaki işinin yarısını bitirmiş oluyor. Bu hasarlar müdahale edilirse durdurulabiliyor veya geri döndürülebiliyor ama müdahale edilmezse ciddi sorunlar ortaya çıkartıyor. Kalp, böbrek, karaciğer, göz, sinir sistemi, dolaşım sistemi sorunları ve hatta cinsel fonksiyon bozuklukları diyabetin sonucu olarak karşımıza çıkarıyor. Hastalığı ilerlemiş vakalarda yaralar kapanmadığı için diyabetik ayak gibi sorunlarla da karşılaşıyoruz. Bazı hastalar diyabetin ileri safhalarında hastalık kontrol edilmez ise ellerini ayaklarını kaybedebiliyor. Bu hastalıkla ortaya çıkan sorunlardan bazıları direkt hastalığın diyabetin kendisiyle ilişkili sorunlarken, bazıları da hastalığı tedavi etmek için kullanılan ilaçların yıllar içindeki yan etkisiyle oluşuyor.
Diyabetten korunmanın yolları
Diyabetten korunmak için ilk yapmanız gereken şey hareket etmek. Gün içinde asansöre binmemek bile diyabetten korunmanıza yardımcı olur. Günümüzde ne yazık ki yaşam tarzımız hareket etmemizi minimum düzeye indirdi. Hali hazırda günümüzün büyük bölümünü bilgisayar başında geçiriyoruz. Karbonhidratlardan ve şekerden uzak durmak insülin rezervlerinizi koruyor. İhitiyaç duyduğumuz şekeri doğal yollardan almamız gerekiyor. Özellikle endüstriyel şekere kesinlikle ihtiyacımız yok.
Ne zaman diyabetten şüphelenmek gerekiyor?
“Su içsem yarıyor” tabirini çok sık kullanıyorsanız diyabetten şüphelenebilirsiniz. Bu tabir genelde insülin direncinin bir yansımasıdır. İnsülin direnci diyabetin ayak sesleri gibidir. Mesajı zamanında alan hastaların bu aşamadayken ufak da olsa şansları var ki bilimsel çalışmalar bu oranın yani bir hastanın diyabet sarmalından kendini kurtarabilme olasılığının yüzde 5 olduğunu gösteriyor. Zaten bunu başarabilen insanlar televizyona çıkıyor. Bunun dışında gün içinde ani şeker düşmelerinin tetiklediği atıştırmalarınız arttıysa ve karşı koyamıyorsanız, bunların da diyabetle ilgili önemli sinyaller olduğunu unutmamak gerekiyor.
Diyabet ve obezite sorunu olan insanların nasıl beslenmesi gerekiyor?
Obezite ve obeziteye bağlı diyabetin ortaya çıkmasında şüphesiz en önemli iki etken ihtiyaç fazlası enerji alımı ve yetersiz enerji harcanması. Bir diğer deyişle, gün içinde yaptığımız fiziksel aktivite toplamı, yediğimiz gıdalarla aldığımız enerjiyi yakmaya yetmiyorsa, kilo alırsınız. Obezite ve diyabet sorunu olan bireylerin her şeyden önce aşırı kalori alımından kaçınmaları gerekiyor. Bir diğer konu, düzensiz ve dengesiz beslenme. Uzun süre aç kalıp birdenbire çok yemek, öğün atlamak, sağlıksız gıdaları fazla miktarda tüketmek, açlık diyetleri uygulamak veya tek tip beslenme davranışı içine girmek yerine az az, sık sık, dengeli öğünler halinde beslenmek gerekiyor. Glisemik indeksi (kan şekerini yükseltme kabiliyeti) yüksek gıdalardan, özellikle şekerli içeceklerden kaçınmak, tam tahıllı ürünleri tercih etmek, porsiyon kontrolü sağlamak, günlük alınan enerjiyi karşılayacak düzeyde fiziksel olarak aktif olmak, obezite ve diyabet sorunu olan bireyler için faydalı öneriler. Bu önerilerin çoğu, henüz obezite ve diyabet gelişmemişken bireylerin bu sağlık sorunlarından kendilerini korumaları için önleyici tedavi sayılabilirken, hastalık geliştikten sonra ilaçlarda olduğu gibi beslenme konusunda da uzmanlardan yardım alınması gerekiyor.
Çocuklarda obezite artıyor
Dünya Sağlık Örgütünün Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa bölgesi raporuna göre çocukluk çağı obezite sorunu da giderek artıyor. Türkiye’de 6-18 yaş grubu çocukların yüzde 8,2’sinin obez, yüzde 14,3’ünün ise fazla kilolu olduğu bildirildi. Ergenlik döneminden önce fazla kilolu olan çocukların yarıdan fazlasının yetişkinlik döneminde de fazla kilolu olmaya devam edeceği belirtiliyor. Bu da bize obezite sorunu yaşayan çocukların geleceğin potansiyel diyabet hastaları olduğunu gösteriyor.
Diyabet hastalarının kendi kafalarına göre kulaktan dolma diyetleri yapmalarının sakıncaları neler?
Bu durum son yıllarda büyümekte olan bir sorun. Konunun uzmanı olmayan kişilerin televizyon, internet ve sosyal medya gibi alanlarda reklam amaçlı yaptıkları paylaşımlar ise sorunu büyütmeye devam ediyor. Çok düşük kalorili, çok yüksek/düşük proteinli, çok yüksek/düşük yağlı gibi diyetlerle kişi kas kütlesi kaybı yaşıyor, hipoglisemiye giriyor, gut atakları ve bağırsak problemleri yaşıyor, vitamin ve mineral kaybına maruz kalıyor. Çok geçmeden de kendilerine uygun olmayan bu diyetleri bırakıp eski beslenme alışkanlıklarına geri dönünce verilen kilolar geri alınıyor, şeker tüketimi daha çok yükseliyor, ilaç ihtiyacı artıyor. Yasakçı diyetler bireylerde yılgınlık yaratıyor, “Ben diyet yapamam” düşüncesini ortaya çıkartıyor. Ayrıca her hastanın tedavide kullandığı ilaçların farklı olması gibi, diyetleri de farklı olmalı.
Bu hastaların tedavi süreci nasıl olmalı?
Diyabetli hastalar genelde sık idrara çıkma, görme problemleri, hipertansiyon ya da kilo problemleri nedeniyle doktora gidiyor. Tedavi süreci diyet ve egzersizle başlıyor, bunlara bir oral (ağızdan kullanılan) antidiyabetik eşlik edebiliyor. Bazı hastalarda ise direkt insülin tedavisine geçilebiliyor. İnsülin tedavisi verilmeyen hastalarda bile çoğu zaman verilen haplar çoğalıyor ve en sonunda insülin tedavisine geçiliyor. Ameliyatlar da diyabet hastaları için bir seçenek olarak sürekli masada duruyor. Günümüzde diyabetin en etkili efektif tedavisi cerrahi oluyor. Doğru seçilmiş bir hastada cerrahinin başarı oranı yüzde 90’larda. Bazı hastalar bize diyabetin ilaçlı bir çözümü olduğunu fakat bu ilaçların piyasaya bilinçli olarak sürülmediğini söylüyor. Bu düşünce ne yazık ki doğru değil. Çünkü diyabet tek nedeni olan bir hastalık değil, çok bileşeni olan bir hastalık.
Bedensel aktivitenin bu süreçteki rolü nedir?
Bedensel aktivite sadece diyabet hastaları için değil, herkes için son derece önemli. Özellikle kan şekeri yüksek seyreden bir bireyde, vücutta şekeri yakmanın en kestirme yolu kas hücrelerini kullanmak oluyor. Çünkü kas hücreleri, vücuttaki şekeri yakarak enerjiye dönüştürüp hareket etmemizi sağlıyor. Şekeri yakabilmek için de ağır egzersizler yapmamıza gerek yok. Günlük düzenli yürüyüşler, yüzme, hafif koşu ve hatta evde yapabileceğimiz fitness hareketleri bile sürece olumlu etki sağlayabiliyor. Ayrıca günlük 1,5 litre civarında su tüketimi sporla kaybedilen sıvının yerine konması açısından son derece önemli. Fakat unutulmaması gereken bir şey var ki bunlar hiçbir zaman tek başına yeterli olmuyor.
Metabolik cerrahi
Diyabet hastalarına yapılan ameliyatlara “Metabolik Cerrahi” deniliyor. Metabolik cerrahinin kelime anlamı metabolik sendromun cerrahi tedavisidir. Yani kilo problemleri, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kolesterol ve diğer kan yağlarının normalden yüksek olması ile seyreden tablonun ameliyat ile tedavi edilmesi. Ancak, Metabolik cerrahi denilince akla gelen şey, erişkinlerdeki şeker hastalarının ameliyat ile tedavi edilmesi. Metabolik cerrahiyi obezite ameliyatlarından ayıran en önemli faktör, ciddi kilo fazlası olmayan şeker hastalarında da başarı ile uygulanabiliyor olması. Bu ameliyatları olabilmeniz için vücudunuzun insülin üretimine devam ediyor olması gerekiyor. Tip 2 diyabet hastalarında vücut insülin üretir ama kullanamaz. O yüzden uygun olan Tip 2 diyabetli hastalar ameliyat ile tedavi edilebiliyor. Tip 1 diyabetli hastalar ise vücutlarında insülin üretimi olmadığı için bu ameliyatlardan faydalanamıyor. Bu ameliyatlar için ciddi bir cerrahi deneyim ve işini bilen bir ekip gerekiyor.
*Formsante dergisinden alınmıştır.